Arama Sonuçları demiş O

Hızlı Erişim Linki: https://www.hadisarabul.com/hadisbul/27322-demis-O/20

NoHadis MetniKaynak
13224 Bir kimse bir ses işitmedikçe veya bir kOku duymadıkça namazdan ayrılmasın. (Birisi namazda insan bir şey kaçırdı gibi geliyOr OlOr:green'>demişti de bu hadis varid Oldu)Ramuz el e-hadis, 491. sayfa, 10. hadis
13854 En çOk yaptıkları duaları şöyle idi: "Ya mukallibel kulûb, sebbit kalbî alâ dînike.": (Ey kalbleri çeviren Rabbım, kalbimi dinine sabit kıl) Bu husus sOrulduğunda şöyle OlOr:green'>demişlerdi: "Hiç bir kimse yOktur ki, kalbi Allahın parmaklarından iki parmak arasında Olmasın. Allah kimi dilerse Onu dOğrultur, kimi de dilerse Onu kaydırır.Ramuz el e-hadis, 542. sayfa, 8. hadis
14484

_*Bize Vekî' ve Yezîd İbn Hârûn tahdîs ettiler. Lafız Yezîd'indir: Onlar da Kelımes ibnu'l-Hasen'den; O da Abdullah ibn Bureyde'den; O da Abdullah ibnu Mugaffel(R)'den. Abdullah ibn Mugaffel bir kimseyi sapan ile taş atarken gördü de Ona:

— Böyle taş atma! Çünkü Rasûlullah (S) böyle sapan ile taş at­maktan (ümmetini) nehyetti -yâhud sapanla taş atmayı çirkin görürdü-, OlOr:green'>demiştir.

Râvî İbn Mugaffel devamla:

— Şübhesiz bu sapan taşıyle ne av avlanır, ne de düşman para­lanır ve öldürülür. Ancak bu taş bazen diş kırar, bazen de göz çıka­rır, OlOr:green'>demiştir.

Abdullah ibn Mugaffel bunun ardından bir müddet sOnra O kim­seyi yine sapanla taş atarken görmüş de Ona:

— Ben sana Rasûlullah'ın sapan taşı atmayı nehyettiği -yâhud: Bu atışı çirkin gördüğünü- tahdîs edip söylüyOrum da sen hâlâ atma­ya devam ediyOrsun! Artık seninle bundan sOnra şu kadar şu kadar zaman kOnuşmam! OlOr:green'>demiştir

 
14239

Kâ’b İbni Mâlik radıyallahu anh gözlerini kaybettiği zaman Onu elinden tutup götürme görevini üstlenen Oğlu Abdullah’dan rivayet edildiğine göre şöyle OlOr:green'>demiştir:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Tebük Gazvesi’ne katılmadığına dair mâcerasını Kâ`b İbni Mâlik radıyallahu anh’den şöyle anlatırken duydum:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gittiği gazâlardan sadece Tebük Gazvesi’ne katılmamıştım. Gerçi Bedir Gazvesi’nde de bulunamamıştım. Zaten Bedir’e katılmadıkları için hiç kimse azarlanmamıştı. O vakit Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile müslümanlar (savaşmak için değil) Kureyş kervanını takib etmek için yOla çıkmışlardı. Nihayet Allah Teâlâ müslümanlarla düşmanlarını, aralarında verilmiş herhangi bir karar Olmadığı halde bir araya getiriverdi. Halbuki ben Akabe bîatının yapıldığı gece, İslâm’a yardım etmek üzere söz verirken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanındaydım. Her ne kadar Bedir Gazvesi halk arasında Akabe gecesinden daha meşhursa da, ben Bedir’de bulunmayı Akabe’de bulunmaktan daha üstün görmem.

Tebük Gazvesi’ne Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte gitmeyişim şöyle Oldu:

Ben katılmadığım bu gazve sırasındaki kadar hiçbir zaman kuvvetli ve zengin Olamamıştım. Vallahi Tebük Gazvesi’nden önce iki deveyi bir araya getirememiştim. Bu gazvede iki tane binek devesine sahip Olmuştum. Bir de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gazveye hazırlandığı zaman asıl hedefi söylemez, bir başka yere gittiği sanılırdı. Fakat bu gazve sıcak bir mevsimde uzak bir yere yapılacağı ve kalabalık bir düşmanla karşı karşıya gelineceği için Resûl-i Ekrem durumu açıkladı. Savaşın özelliğine göre hazırlanabilmeleri için müslümanlara nereye gideceklerini söyledi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber sefere gidecek müslümanların sayısı çOk fazlaydı. Adlarını bir deftere yazmak mümkün değildi.

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Savaşa gitmemek için gözden kaybOlunduğu takdirde, hakkında bir âyet nâzil Olmadıkça, işin gizli kalacağı zannedilebilirdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu gazveyi meyvaların Olgunlaştığı, gölgelerin arandığı sıcak bir mevsimde yapmıştı. Ben de bunlara pek düşkündüm. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile müslümanlar savaş hazırlığına başladılar. Ben de Onlarla birlikte savaşa hazırlanmak için çıkıyOr, fakat hiçbir şey yapmadan geri dönüyOrdum. Kendi kendime de “Canım, ne zaman Olsa hazırlanırım” diyOrdum. Günler böyle geçti. Herkes işini ciddi tuttu ve bir sabah Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte müslümanlar erkenden yOla çıktılar. Ben ise hâlâ hazırlanmamıştım. Yine sabah evden çıktım, hiçbir şey yapamadan geri döndüm. Hep aynı şekilde davranıyOrdum. Savaş henüz başlamamıştı, ama mücâhidler hayli yOl almışlardı. YOla çıkıp Onlara yetişeyim dedim, keşke öyle yapsaymışım; bunu da başaramadım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşa gittikten sOnra insanların arasına çıktığımda beni en çOk üzen şey, savaşa gitmeyip geride kalanların ya münafık diye bilinenler veya âciz Oldukları için savaşa katılamayan kimseler Olmasıydı.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük’e varıncaya kadar adımı hiç anmamış. Tebük’te ashâbın arasında Otururken:

“Kâ’b İbni Mâlik ne yaptı?” diye sOrmuş. Bunun üzerine Benî Selime’den bir adam: Yâ Resûlallah! Elbiselerine ve sağına sOluna bakıp gururlanması Onu Medine’de alıkOydu, OlOr:green'>demiş.

Bunun üzerine Muâz İbni Cebel Ona:

Ne fena kOnuştun! OlOr:green'>demiş. SOnra da Peygamber aleyhisselâm’a dönerek, yâ Resûlallah! Biz Onun hakkında hep iyi şeyler biliyOruz, OlOr:green'>demiş. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir şey söylememiş. O sırada çOk uzaklarda beyazlar giymiş bir adamın gelmekte Olduğunu görmüş: “Bu Ebû Hayseme Olaydı” OlOr:green'>demiş. Bir de bakmışlar ki, gelen adam Ebû Hayseme el-Ensârî değil mi!

Ebû Hayseme, (bir savaş hazırlığı sırasında) bir ölçek hurma verdiği için münafıklara alay kOnusu Olan zâttır.

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Tebük’ten Medine’ye hareket ettiğini öğrendiğim zaman beni bir üzüntü aldı. Söyleyeceğim yalanı düşünmeye başladım. Kendi kendime “Yarın Onun öfkesinden nasıl kurtulacağım?” dedim. Yakınlarımdan görüşlerine değer verdiğim kimselerden akıl almaya başladım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gelmek üzere Olduğunu söyledikleri zaman, kafamdaki saçma düşünceler dağılıp gitti. Onun elinden hiçbir şekilde kurtulamayacağımı anladım. Herşeyi dOsdOğru söylemeye karar verdim. Peygamber aleyhisselâm sabahleyin Medine’ye geldi. Seferden dönerken önce Mescid-i Nebevî’ye gelerek iki rek’at namaz kılar, sOnra halkın arasına gelip Otururdu. Yine öyle yaptı. Bu sırada savaşa katılmayanlar huzuruna geldiler; neden savaşa gidemediklerini yemin ederek anlatmaya başladılar. Bunlar seksenden fazla kimseydi. Hz. Peygamber Onların ileri sürdüğü mâzeretleri kabul etti; kendilerinden bîat aldı; Allah Teâlâ’dan bağışlanmalarını niyâz etti ve iç yüzlerini O’na bıraktı. SOnunda ben geldim. Selâm verdiğim zaman dargın dargın gülümsedi; sOnra:

“Gel!”, dedi. Ben de yürüyerek yanına geldim ve önüne Oturdum. Bana: “Niçin savaşa katılmadın? Binek hayvanı satın almamış mıydın?” diye sOrdu. Ben de: Yâ Resûlallah! Allah’a yemin ederim ki, senden başka birinin yanında bulunsaydım, ileri süreceğim mâzeretlerle Onun öfkesinden kurtulabilirdim. Çünkü insanlara fikrimi kabul ettirmeyi iyi beceririm. Fakat yine yemin ederim ki, bugün sana yalan söyleyerek gönlünü kazansam bile, yarın Cenâb-ı Hak işin dOğrusunu sana bil direcek ve sen bana güceneceksin. Şayet dOğrusunu söylersem, bana kızacaksın. Ama ben dOğru söyleyerek Allah’dan hayırlı sOnuç bekliyOrum. Vallahi savaşa gitmemek için hiçbir özürüm yOktu. Hiçbir zaman da gazâdan geri kaldığım sıradaki kadar kuvvetli ve zengin Olamamıştım, dedim.

Kâ’b sözüne devamla dedi ki:

Bunun üzerine Hz. Peygamber:

“İşte bu dOğru söyledi. Haydi kalk, senin hakkında Allah Teâlâ hükümverene kadar bekle!” buyurdu. Ben kalkınca Benî Selime’den bazıları yanıma takılarak: Vallahi senin daha önce bir suç işlediğini bilmiyOruz. Savaşa katılmayanların ileri sürdükleri gibi bir mâzeret söyleyemedin. Halbuki günahlarının bağışlanması için Peygamber aleyhisselâm’ın istiğfâr etmesi yeterdi, dediler.

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Beni O kadar çOk ayıpladılar ki, tekrar Resûlullah’ın yanına dönüp biraz önceki sözlerimin yalan Olduğunu söylemeyi bile düşündüm. SOnra Onlara:

Bana verilen cezaya çarptırılan bir başka kimse var mı? diye sOrdum. Evet. Seninle beraber bu cezaya uğrayan iki kişi daha var, dediler. Onlar da senin gibi kOnuştular ve senin aldığın cevabı aldılar. O iki kişi kim? diye sOrdum. Biri Mürâre İbni Rebî` el-Amrî, diğeri de Hilâl İbni Ümeyye el-Vâkıfî diyerek, herbiri Bedir Gazvesi’ne katılmış Olan iki mükemmel örnek şahsiyetin adını verdiler. Bunun üzerine ben geri dönme düşüncesinden vazgeçerek yOluma devam ettim.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşa katılmayanlardan sadece üçümüzle kOnuşulmasını yasakladı. İnsanlar bizimle kOnuşmaktan kaçındılar veya bize karşı tavırlarını değiştirdiler. Hatta bana göre yer yüzü bile değişti. Sanki burası benim memleketim değildi. Elli gün böyle geçti. İki arkadaşım bOyunlarını büktüler; ağlayarak evlerinde Oturdular. Ben ise Onlardan daha genç ve dayanıklı idim. Dışarı çıkarak cemaatle namaz kılar, çarşılarda dOlaşırdım. Fakat kimse benimle kOnuşmazdı. Namaz bittikten sOnra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yerinde Otururken yanına gelir, kendisine selâm verirdim. Kendi kendime “Acaba selâmımı alırken dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı” diye sOrardım. SOnra Ona yakın bir yerde namaz kılar ve farkettirmeden kendisine bakardım. Ben namaza dalınca bana dOğru döner, kendisine baktığım zaman da yüzünü çeviriverirdi.

Müslümanların bana karşı Olan sert tutumları uzun süre devam edince, amcamın Oğlu ve en çOk sevdiğim insan Ebû Katâde’nin bahçesine gidip duvardan içeri atladım ve selâm verdim. Vallâhi selâmımı almadı. Ona:

Ebû Katâde! Allah adına and vererek sOruyOrum. Benim Allah’ı ve Resûlullah’ı ne kadar sevdiğimi biliyOr musun? diye sOrdum. Hiç cevap vermedi. Ona and vererek bir daha sOrdum. Yine cevap vermedi. Bir daha yemin verince: Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine gözlerimden yaşlar bOşandı. Geri dönüp duvardan atladım.

Birgün Medine çarşısında dOlaşıyOrdum. Medine’ye yiyecek satmak üzere gelen Şamlı bir çiftçi:

Kâ’b İbni Mâlik’i bana kim gösterir? diye sOrdu. Halk da beni gösterdi. Adam yanıma gelerek Gassân Meliki’nden getirdiği bir mektup verdi. Ben Okuma yazma bilirdim. Mektubu açıp Okudum. Selâmdan sOnra şöyle diyOrdu: Duyduğumuza göre Efendiniz seni üzüyOrmuş. Allah seni değerinin bilinmediği ve hakkının çiğnendiği bir yerde yaşayasın diye yaratmamıştır. Hemen yanımıza gel, sana izzet ikrâm edelim.

Mektubu Okuyunca, bu da bir başka belâ, dedim. Hemen Onu ateşe atıp yaktım.

Nihayet elli gün’den kırk’ı geçmiş, fakat vahiy gelmemişti. Birgün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderdiği bir şahıs çıkageldi.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana eşinden ayrı Oturmanı emrediyOr, dedi. Onu bOşayacak mıyım, yOksa ne yapacağım? diye sOrdum. Hayır, Ondan ayrı duracak, kendisine yanaşmayacaksın, dedi. Hz.Peygamber diğer iki arkadaşıma da aynı emri gönderdi. Bunun üzerine karıma: Allah Teâlâ bu mesele hakkında hüküm verene kadar ailenin yanına git ve Onların yanında kal, dedim.

Hilâl İbni Ümeyye’nin karısı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e giderek:

Yâ Resûlallah! Hilâl İbni Ümeyye çOk yaşlı bir adamdır. Kendisine bakacak hizmetçisi de yOktur. Ona hizmet etmemde bir sakınca görür müsün? diye sOrmuş. Hz. Peygamber de: Hayır görmem. Ama katiyen sana yaklaşmasın, buyurmuş. Kadın da şöyle OlOr:green'>demiş: Vallahi Onun kımıldayacak hâli yOk. Allah’a yemin ederim ki, başına bu işgeleli beri durmadan ağlıyOr.

Kâ`b sözüne şöyle devam etti:

Yakınlarımdan biri bana: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den eşinin sana hizmet etmesi için izin istesen Olmaz mı! Baksana Hilâl İbni Ümeyye’ye bakması için karısına izin verdi, dedi. Ben de Ona: Hayır, bu kOnuda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den izin isteyemem. Üstelik ben genç bir adamım. İzin istesem bile Peygamber aleyhisselâm’ın bana ne diyeceğini bilemem, dedim.

Bu vaziyette On gün daha durdum. Bizimle kOnuşulması yasaklandığından bu yana tam elli gün geçmişti. Ellinci gecenin sabahında, evlerimizden birinin damında sabah namazını kıldım. Allah Teâlâ’nın (Kur’ân-ı Kerîm’de bizden) bahsettiği üzere canım iyice sıkılmış, O geniş yeryüzü bana dar gelmiş bir vaziyette Otururken, Sel Dağı’nın tepesindeki birinin var gücüyle:

“Kâ`b İbni Mâlik! Müjde!” diye bağırdığını duydum. Sıkıntılardan kurtulma gününün geldiğini anlayarak hemen secdeye kapandım.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırınca, Allah Teâlâ’nın tövbelerimizi kabul ettiğini ilân etmiş. Bunun üzerine ahâlî bize müjde vermeye kOşmuş. İki arkadaşıma da müjdeciler gitmiş. Bunlardan biri bana dOğru at kOşturmuş. Eslem kabilesinden bir diğer müjdeci kOşup Sel Dağı’na tırmanmış, Onun sesi atlıdan önce bana ulaşmış. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelip beni tebrik edince, sırtımdaki elbiseyi de çıkarıp müjdesine karşılık Ona giydirdim. Vallahi O gün giyecek başka elbisem yOktu. Emanet bir elbise bulup hemen giydim. Peygamber aleyhisselâm’ı görmek üzere yOla kOyuldum. Beni grup grup karşılayan sahâbîler tövbemin kabul edilmesi sebebiyle tebrik ediyOr ve “Allah Teâlâ’nın seni bağışlaması kutlu Olsun” diyOrlardı.

Nihayet Mescid’e girdim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbın Ortasında OturuyOrdu. Talha İbni Ubeydullah hemen ayağa kalktı, kOşarak yanıma geldi, elimi sıktı ve beni tebrik etti. Vallahi muhâcirînden Ondan başka kimse ayağa kalkmadı.

Râvi der ki, Kâ’b, Talha’nın bu davranışını hiç unutmazdı.

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Peygamber aleyhisselâm’a selâm verdiğimde yüzü sevinçten parıldayarak:

“Dünyaya geldiğinden beri yaşadığın bu en hayırlı gün kutlu Olsun!”buyurdu. Ben de: Yâ Resûlallah! Bu tebrik senin tarafından mıdır, yOksa Allah tarafındanmı? diye sOrdum. “Benim tarafımdan değil, Yüce Allah tarafından”, buyurdu. Sevindiği zaman Peygamber aleyhisselâm’ın yüzü parıldar, ay parçasına benzerdi. Biz de sevindiğini böyle anlardık.

Resûl-i Ekrem’in önünde Oturduğumda:

Yâ Resûlallah! Tövbemin kabul edilmesine şükran Olarak bütün malımı Allah ve Resûlullah uğrunda fakirlere dağıtmak istiyOrum, dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Malının bir kısmını dağıtmayıp elinde tutman senin için daha hayırlı Olur” buyurdu. Ben de: Hayber fethinde hisseme düşen malı elimde bırakıyOrum, dedikten sOnra sözüme şöyle devam ettim. Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ beni dOğru söylediğimden dOlayı kurtardı. Tövbemin kabul edilmesi sebebiyle, artık yaşadığım sürece sadece dOğru söz söyleyeceğim.

Vallâhi bunu Peygamber aleyhisselâm’a söylediğim gündenberi dOğru sözlü Olmaktan dOlayı Allah Teâlâ’nın hiç kimseyi benden daha güzel mükâfatlandırdığını bilmiyOrum. Yemin ederim ki, Peygamber aleyhisselâm’a O sözleri söylediğim günden bu yana bilerek hiç yalan söylemedim. Kalan ömrümde de Cenâb-ı Hakk’ın beni yalan söylemekten kOruyacağını umarım.

Kâ’b sözüne devamla şöyle dedi:

Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyet-i kerîmeleri indirdi:

“Allah (savaşa gitmek istemeyenlere izin vermesi sebebiyle) Peygamberini bağışladığı gibi, bir kısmının kalbi kaymak üzere iken güçlük zamanında Peygamber’e uyan muhâcirlerle ensârın da tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah Onlara çOk şefkatli, pek merhametlidir.

“Hani şu tövbeleri (Allah’ın emri gelene kadar) geri bırakılan üç kişinin de tövbesini kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü Onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini iyice sıkıştırmıştı. Nihayet Allah’dan başka sığınılacak kimse Olmadığını anlamışlardı. Eski hâllerine dönmeleri için Allah Onların tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul edici ve bağışlayıcıdır.

“Ey imân edenler! Allah’ın azâbından kOrkun ve dOğrularla beraber Olun” [Tevbe sûresi (9), 117-119].

Kâ’b şöyle devam etti:

Allah’a yemin ederim ki, beni İslâmiyet’le şereflendirdikten sOnra Cenâb-ı Hakk’ın bana verdiği en büyük nimet, Peygamber aleyhisselâm’ın huzurunda dOğruyu söylemek ve yalan söyleyip de helâk Olmamaktır. Çünkü Allah Teâlâ şu yalan söyleyenler hakkında vahiy gönderdiği zaman, hiç kimseye söylemediği ağır sözleri söyledi ve şöyle buyurdu:

O savaştan kaçanların yanına döndüğünüz zaman, kendilerini hesaba çekmiyesiniz diye Allah adına yemin ederler. Onlardan yüz çevirin. Çünkü Onlar pistirler. Yaptıklarına ceza Olmak üzere varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden râzı Olasınız diye size yemin de ederler. Siz Onlardan râzı Olsanız bile Allah fâsıklardan aslâ râzı Olmaz” [Tevbe sûresi (9), 95-96].

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Biz üç arkadaşın bağışlanması, Peygamber aleyhisselâm’ın yeminlerini kabul edip kendilerinden bîat aldığı ve Cenâb-ı Hak’dan affedilmelerini dilediği kimselerin bağışlanmasından (elli gün) geri kalmıştı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hakkımızda Allah Teâlâ bir hüküm verene kadar bize yapacağı muameleyi tehir etmişti. Nihayet Allah Teâlâ -anlatıldığı üzere- hükmünü verdi. Allah Teâlâ’nın “tövbeleri geri kalan üç kişinin...” diye bahsettiği bu geri kalış, bizim savaştan geri kalmamız değildir; bu, Hz. Peygamber’e gelip yemin ederek mâzeretleri Olduğunu söyleyenlerin özürlerini Peygamber aleyhisselâm’ın kabul etmesi, bize yapacağı muameleyi ise geriye bırakması Olayıdır.

Buhârî, Megâzî 79; Müslim, Tevbe 53. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (9)

Diğer bir rivayet:

“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük Gazvesi’ne perşembe günü çıkmıştı. Sefere perşembe günü gitmeyi severdi” şeklindedir. Buhârî, Cihâd 103 Başka bir rivayette ise:

“Seferden mutlaka gündüzün kuşluk vakti dönerdi. Dönünce de ilk iş Olarak Mescid’e uğrar, iki rek’at namaz kılar, sOnra Orada Otururdu” denilmektedir.

Müslim, Müsâfirîn 74; Ebû Dâvûd, Cihad 166
14477

Ebû Abdullah Câbir b. Abdullah el-Ensârî (ra) anlatıyOr: Bir askeri seferde Peygamber ile beraberdik. Resûlullah: Medine’de kalan öyle kişiler var ki, gittiğimiz her yerde ve geçtiğimiz her vadide (niyetleri sayesinde) sizinle beraberdiler, Onları (Orduya katılmaktan) hastalıkları alıkOydu, buyurdu. Başka bir rivayet de “Onlar sizinle aynı mükâfatı alırlar.” şeklinde ifade edilmiştir. Buhârî’nin rivayetine göre Enes (ra) şöyle OlOr:green'>demiştir: Peygamber’le Tebük Seferi’nden dönüyOrduk; Peygamber şöyle buyurdu: Bazı kimseler bizimle gelemedi ve arkamızda Medine’de kaldılar. Geçtiğimiz her bOğazda ve vadide Onlar (niyetleri sayesinde manen) bizimle beraberdi. Onları, (Orduya katılmaktan) mazeretleri alıkOydu.

M4932, M4933 Müslim, İmâre, 159; B2838, B2839 Buhârî, Cihâd, 35
14250

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu OlOr:green'>demiştir.

“ Dünyada sevdiği bir dOstunu aldığım zaman, (sabredip) ecrini Allah’tan bekleyen mü’min kulumun katımdaki karşılığı cennettir.”

Buhârî, Rikak 6
14473

Bize Vekî' ve Yezîd İbn Hârûn tahdîs ettiler. Lafız Yezîd'indir: Onlar da Kelımes ibnu'l-Hasen'den; O da Abdullah ibn Bureyde'den; O da Abdullah ibnu Mugaffel(R)'den. Abdullah ibn Mugaffel bir kimseyi sapan ile taş atarken gördü de Ona:

— Böyle taş atma! Çünkü Rasûlullah (S) böyle sapan ile taş at­maktan (ümmetini) nehyetti -yâhud sapanla taş atmayı çirkin görürdü-, OlOr:green'>demiştir.

Râvî İbn Mugaffel devamla:

— Şübhesiz bu sapan taşıyle ne av avlanır, ne de düşman para­lanır ve öldürülür. Ancak bu taş bazen diş kırar, bazen de göz çıka­rır, OlOr:green'>demiştir.

Abdullah ibn Mugaffel bunun ardından bir müddet sOnra O kim­seyi yine sapanla taş atarken görmüş de Ona:

— Ben sana Rasûlullah'ın sapan taşı atmayı nehyettiği -yâhud: Bu atışı çirkin gördüğünü- tahdîs edip söylüyOrum da sen hâlâ atma­ya devam ediyOrsun! Artık seninle bundan sOnra şu kadar şu kadar zaman kOnuşmam! OlOr:green'>demiştir

 
Buhari - KITABU'Z-ZEBAIH VE'Ş-SAYD - 5
14472

Ebû Sa'lebe el-Huşenî (R) şöyle OlOr:green'>demiştir: Ben:

— Yâ Nebiyye'llâh! Biz kitâb ehli bir kavmin diyarında (Şam'­da) bulunuyOruz. Biz müslümânlar bunların kaplarını kullanıp içle­rinde yemek yiyebilir miyiz? Yine ben bir av sahasında bulunuyOrum, yayımla, Okumla öğretilmemiş köpeğimle, öğretilmiş köpeğimle av yapabilir miyim? Benim için iyi ve dOğru Olan nedir? diye sOrdum.

Allah'ın Peygamberi (S) şöyle cevâb verdi:

—  "Kitâb ehli kaplarına âid zikrettiğin sOrunun cevâbı şöyledir: Eğer siz kitâb ehli kaplarından başka yemek kapları bulursanız, On­ların kaplarından yemeyiniz! Eğer Onların kaplarından başka bula­mazsanız, kitâb ehlinin kaplarını yıkayıp, Onların içinde yiyiniz. (Av mes'elesine gelince:) Yayınla, Okunla Allah adını anarak avlarsan, Onu ye! Allah adını zikrederek öğretilmiş köpeğinle avladığın avın etini de ye! Öğretilmemiş köpeğinle avladığında avı (diri iken) yeti­şip bOğazlarsan, Onu da ye!"

 
Buhari - KITABU'Z-ZEBAIH VE'Ş-SAYD - 4
14471

Adiyy ibn Hatim (R) şöyle OlOr:green'>demiştir: Ben:

—  Yâ Rasûlallah! Biz av yapma öğretilmiş Olan köpeklerimizi av üzerine göndeririz? dedim.

Rasûlullah (S):

—  "Onların senin için tuttukları avı ye!" buyurdu. Ben:

—  Bu köpekler tuttukları avı öldürürlerse? dedim. Rasûlullah:

—  "Öldürseler de yine ye (çünkü öldürme avın tezkiyesidir) buyurdu.

—  Biz ava mi'râd atıyOruz? dedim. Rasûlullah:

—  "Delip yaraladığı avı ye! Enli tarafıyle dOkunup öldürdüğü avı yeme!" buyurdu

Buhari - KITABU'Z-ZEBAIH VE'Ş-SAYD - 3
14470

eş-Şa'bî şöyle OlOr:green'>demiştir: Ben Adiyy ibn Hâtim'den sOr­dum. O da: Ben Rasûlullah(S)'tan mi'râdla avlanmanın hükmünü sOr­dum:

—  "Mi'râdın keskin tarafını isabet ettirdiğin zaman Onu ye! Mi'râdın enli tarafını isabet ettirdiğinde bununla avı öldürdüysen, işte bu vekîzdir, artık Onu yeme!" buyurdu.

(Adiyy dedi ki:)

—  Ben köpeğimi av üzerine salarım, dedim. Rasûlullah:

—  "Av köpeğini Besmele çekerek salıverdiğin zaman O avın eti­ni ye!" buyurdu.

Ben:

— Bu av köpeği avı tuttuktan sOnra yerse? diye sOrdum. Rasûlullah:

—  "Bu hâlde yeme! Çünkü köpek avı senin için tutmamıştır, ancak kendi nefsi için tutmuştur" buyurdu.

Ben:

— Ben köpeğimi av yüzerine gönderiyOrum da Onun yanında başka bir köpek buluyOrum? dedim.

Rasûlullah:

—  "O zaman O avdan yeme. Çünkü sen ancak kendi köpeğin üzerine Besmele çektin, diğer köpek üzerine Besmele çekmedin!" bu­yurdu

Buhari - KITABU'Z-ZEBAIH VE'Ş-SAYD - 2