Açılır Menü
HadisAraBul.com
Son Eklenen 100 Hadis
Ravilerine Göre Hadisler
Hadislerde Arama Yap
Arama Sonuçları
p bir
Hızlı Erişim Linki:
https://www.hadisarabul.com/hadisbul/31477-p-bir/1270
No
Hadis Metni
Kaynak
14232
<
p
>“Herhangi
bir
inizin tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu hoşnutluk, ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle
bir
likte devesini elinden kaçıran, arayı
p
taramaları sonuç vermeyince deveyi bulma ümidini büsbütün kaybederek
bir
ağacın gölgesine uzanı
p
yatan, derken yanına devesinin geldiğini görerek yularına ya
p
ışan ve aşırı derecede sevincinden ne söylediğini bilmeyerek:
p
> <
p
>- Allahım! Sen benim kulumsun; ben de senin rabbinim, diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.”
p
>
Müslim, Tevbe 7. Ayr ca bk.Tirmizî, K yâmet 49, Daavât 99; bni Mâce
14235
<
p
>Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Ömer İbni’l-Hattâb radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
p
> <
p
>“
bir
kul can çekişmeye başlamadığı sürece, Allah Teâlâ onun tövbesini kabul eder.”
p
>
Tirmizî, Daavât 98. Ayr ca bk. bni Mâce, Zühd 30
14238
<
p
>Ebû Saîd Sa`d İbni Mâlik İbni Sinân el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
p
> <
p
>“Vaktiyle doksan dokuz kişiyi öldürmüş
bir
adam vardı. Bu zât yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona
bir
râhibi gösterdiler.
p
> <
p
>Bu adam râhibe giderek:
p
> Doksan dokuz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul olur mu? diye sordu. <
p
>Râhi
p
:
p
> Hayır, kabul olmaz, deyince onu da öldürdü. Böylece öldürdüğü adamların sayısını yüz’e tamamladı. Sonra yine yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona
bir
âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına giderek: Yüz kişiyi öldürdüğünü söyledi; tövbesinin kabul olu
p
olmayacağını sordu. <
p
>Âlim:
p
> Elbette kabul olur. İnsanla tövbe arasına kim girebilir ki! Sen falan yere git.Orada Allah Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla
bir
likte Allah’a ibadet et. Sakın memleketine dönme. Zira orası fena
bir
yerdir, dedi. <
p
>Adam, denilen yere gitmek üzere yola çıktı. Yarı yola varınca eceli yetti.
p
> <
p
>Rahmet melekleriyle aza
p
melekleri o adamı kimin alı
p
götüreceği konusunda tartışmaya başladılar.
p
> <
p
>Rahmet melekleri:
p
> O adam tövbe ederek ve kalbiyle Allah’a yönelerek yola düştü, dediler. <
p
>Aza
p
melekleri ise:
p
> O adam hayatında hiç iyilik ya
p
madı ki, dediler. <
p
>Bu sırada insan kılığına girmiş
bir
melek çıkageldi. Melekler onu aralarında hakem tayin ettiler.
p
> <
p
>Hakem olan melek:
p
> Geldiği yerle gittiği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa, adam o tarafa aittir, dedi. <
p
>Melekler iki mesâfeyi de ölçtüler. Gitmek istediği yerin daha yakın olduğunu gördüler. Bunun üzerine onu rahmet melekleri alı
p
götürdü. Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48
p
> <
p
>Sahîh(-i Müslim)deki
bir
başka rivayete göre:
p
> <
p
>“O kimse iyi insanların yaşadığı köye
bir
karış daha yakın olduğundan oralı sayıldı.”
p
> <
p
>Sahîh(-i Müslim)deki
bir
diğer rivayete göre:
p
> <
p
>“Allah Teâlâ öteki köye uzaklaşmasını, beriki köye yaklaşmasını, meleklere de iki mesâfenin arasını ölçmelerini emretti. Adamın beriki köye
bir
karış daha yakın olduğu görüldü. Bunun üzerine affedildi.”
bir
başka rivayette ise:
p
> <
p
>“Adam göğsünün üzerinde öteki köye doğru ilerledi” denilmektedir.
p
>
Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48
14482
<
p
>Ebû Bekre Nufey’ b. Hâris es-Sekafî (ra) anlatıyor:
p
eygamber :
–İki Müslüman
bir
bir
ine kılıç (silah) çekerse, öldüren de ölen de
cehennemdedir, buyurdu. Bunun üzerine ben:
–Yâ Resûlallah, öldürenin durumu belli de, ölen niye
cehennemlik oluyor, dedim.
p
eygamber :
–O da arkadaşını öldürmek istiyordu da ondan, buyurdu.
p
>
(B6875 Buhârî, Diyât, 2; M7252, M7253 Müslim, Fiten, 14-15)
14239
<
p
>Kâ’b İbni Mâlik radıyallahu anh gözlerini kaybettiği zaman onu elinden tutu
p
götürme görevini üstlenen oğlu Abdullah’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
p
> <
p
>Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile
bir
likte Tebük Gazvesi’ne katılmadığına dair mâcerasını Kâ`b İbni Mâlik radıyallahu anh’den şöyle anlatırken duydum:
p
> <
p
>Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gittiği gazâlardan sadece Tebük Gazvesi’ne katılmamıştım. Gerçi Bedir Gazvesi’nde de bulunamamıştım. Zaten Bedir’e katılmadıkları için hiç kimse azarlanmamıştı. O vakit Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile müslümanlar (savaşmak için değil) Kureyş kervanını takib etmek için yola çıkmışlardı. Nihayet Allah Teâlâ müslümanlarla düşmanlarını, aralarında verilmiş herhangi
bir
karar olmadığı halde
bir
araya getiriverdi. Halbuki ben Akabe bîatının ya
p
ıldığı gece, İslâm’a yardım etmek üzere söz verirken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanındaydım. Her ne kadar Bedir Gazvesi halk arasında Akabe gecesinden daha meşhursa da, ben Bedir’de bulunmayı Akabe’de bulunmaktan daha üstün görmem.
p
> <
p
>Tebük Gazvesi’ne Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile
bir
likte gitmeyişim şöyle oldu:
p
> <
p
>Ben katılmadığım bu gazve sırasındaki kadar hiç
bir
zaman kuvvetli ve zengin olamamıştım. Vallahi Tebük Gazvesi’nden önce iki deveyi
bir
araya getirememiştim. Bu gazvede iki tane binek devesine sahi
p
olmuştum.
bir
de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
bir
gazveye hazırlandığı zaman asıl hedefi söylemez,
bir
başka yere gittiği sanılırdı. Fakat bu gazve sıcak
bir
mevsimde uzak
bir
yere ya
p
ılacağı ve kalabalık
bir
düşmanla karşı karşıya gelineceği için Resûl-i Ekrem durumu açıkladı. Savaşın özelliğine göre hazırlanabilmeleri için müslümanlara nereye gideceklerini söyledi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber sefere gidecek müslümanların sayısı çok fazlaydı. Adlarını
bir
deftere yazmak mümkün değildi.
p
> <
p
>Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
p
> <
p
>Savaşa gitmemek için gözden kaybolunduğu takdirde, hakkında
bir
âyet nâzil olmadıkça, işin gizli kalacağı zannedilebilirdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu gazveyi meyvaların olgunlaştığı, gölgelerin arandığı sıcak
bir
mevsimde ya
p
mıştı. Ben de bunlara
p
ek düşkündüm. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile müslümanlar savaş hazırlığına başladılar. Ben de onlarla
bir
likte savaşa hazırlanmak için çıkıyor, fakat hiç
bir
şey ya
p
madan geri dönüyordum. Kendi kendime de “Canım, ne zaman olsa hazırlanırım” diyordum. Günler böyle geçti. Herkes işini ciddi tuttu ve
bir
sabah Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile
bir
likte müslümanlar erkenden yola çıktılar. Ben ise hâlâ hazırlanmamıştım. Yine sabah evden çıktım, hiç
bir
şey ya
p
amadan geri döndüm. He
p
aynı şekilde davranıyordum. Savaş henüz başlamamıştı, ama mücâhidler hayli yol almışlardı. Yola çıkı
p
onlara yetişeyim dedim, keşke öyle ya
p
saymışım; bunu da başaramadım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşa gittikten sonra insanların arasına çıktığımda beni en çok üzen şey, savaşa gitmeyi
p
geride kalanların ya münafık diye bilinenler veya âciz oldukları için savaşa katılamayan kimseler olmasıydı.
p
> <
p
>Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük’e varıncaya kadar adımı hiç anmamış. Tebük’te ashâbın arasında otururken:
p
> “Kâ’b İbni Mâlik ne ya
p
tı?” diye sormuş. Bunun üzerine Benî Selime’den
bir
adam: Yâ Resûlallah! Elbiselerine ve sağına soluna bakı
p
gururlanması onu Medine’de alıkoydu, demiş. <
p
>Bunun üzerine Muâz İbni Cebel ona:
p
> Ne fena konuştun! demiş. Sonra da
p
eygamber aleyhisselâm’a dönerek, yâ Resûlallah! Biz onun hakkında he
p
iyi şeyler biliyoruz, demiş. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hiç
bir
şey söylememiş. O sırada çok uzaklarda beyazlar giymiş
bir
adamın gelmekte olduğunu görmüş: “Bu Ebû Hayseme olaydı” demiş.
bir
de bakmışlar ki, gelen adam Ebû Hayseme el-Ensârî değil mi! <
p
>Ebû Hayseme, (
bir
savaş hazırlığı sırasında)
bir
ölçek hurma verdiği için münafıklara alay konusu olan zâttır.
p
> <
p
>Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
p
> <
p
>Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Tebük’ten Medine’ye hareket ettiğini öğrendiğim zaman beni
bir
üzüntü aldı. Söyleyeceğim yalanı düşünmeye başladım. Kendi kendime “Yarın onun öfkesinden nasıl kurtulacağım?” dedim. Yakınlarımdan görüşlerine değer verdiğim kimselerden akıl almaya başladım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gelmek üzere olduğunu söyledikleri zaman, kafamdaki saçma düşünceler dağılı
p
gitti. Onun elinden hiç
bir
şekilde kurtulamayacağımı anladım. Herşeyi dosdoğru söylemeye karar verdim.
p
eygamber aleyhisselâm sabahleyin Medine’ye geldi. Seferden dönerken önce Mescid-i Nebevî’ye gelerek iki rek’at namaz kılar, sonra halkın arasına geli
p
otururdu. Yine öyle ya
p
tı. Bu sırada savaşa katılmayanlar huzuruna geldiler; neden savaşa gidemediklerini yemin ederek anlatmaya başladılar. Bunlar seksenden fazla kimseydi. Hz.
p
eygamber onların ileri sürdüğü mâzeretleri kabul etti; kendilerinden bîat aldı; Allah Teâlâ’dan bağışlanmalarını niyâz etti ve iç yüzlerini O’na bıraktı. Sonunda ben geldim. Selâm verdiğim zaman dargın dargın gülümsedi; sonra:
p
> “Gel!”, dedi. Ben de yürüyerek yanına geldim ve önüne oturdum. Bana: “Niçin savaşa katılmadın? Binek hayvanı satın almamış mıydın?” diye sordu. Ben de: Yâ Resûlallah! Allah’a yemin ederim ki, senden başka
bir
inin yanında bulunsaydım, ileri süreceğim mâzeretlerle onun öfkesinden kurtulabilirdim. Çünkü insanlara fikrimi kabul ettirmeyi iyi beceririm. Fakat yine yemin ederim ki, bugün sana yalan söyleyerek gönlünü kazansam bile, yarın Cenâb-ı Hak işin doğrusunu sana bil direcek ve sen bana güceneceksin. Şayet doğrusunu söylersem, bana kızacaksın. Ama ben doğru söyleyerek Allah’dan hayırlı sonuç bekliyorum. Vallahi savaşa gitmemek için hiç
bir
özürüm yoktu. Hiç
bir
zaman da gazâdan geri kaldığım sıradaki kadar kuvvetli ve zengin olamamıştım, dedim. <
p
>Kâ’b sözüne devamla dedi ki:
p
> <
p
>Bunun üzerine Hz.
p
eygamber:
p
> “İşte bu doğru söyledi. Haydi kalk, senin hakkında Allah Teâlâ hükümverene kadar bekle!” buyurdu. Ben kalkınca Benî Selime’den bazıları yanıma takılarak: Vallahi senin daha önce
bir
suç işlediğini bilmiyoruz. Savaşa katılmayanların ileri sürdükleri gibi
bir
mâzeret söyleyemedin. Halbuki günahlarının bağışlanması için
p
eygamber aleyhisselâm’ın istiğfâr etmesi yeterdi, dediler. <
p
>Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
p
> <
p
>Beni o kadar çok ayı
p
ladılar ki, tekrar Resûlullah’ın yanına dönü
p
bir
az önceki sözlerimin yalan olduğunu söylemeyi bile düşündüm. Sonra onlara:
p
> Bana verilen cezaya çar
p
tırılan
bir
başka kimse var mı? diye sordum. Evet. Seninle beraber bu cezaya uğrayan iki kişi daha var, dediler. Onlar da senin gibi konuştular ve senin aldığın cevabı aldılar. O iki kişi kim? diye sordum.
bir
i Mürâre İbni Rebî` el-Amrî, diğeri de Hilâl İbni Ümeyye el-Vâkıfî diyerek, her
bir
i Bedir Gazvesi’ne katılmış olan iki mükemmel örnek şahsiyetin adını verdiler. Bunun üzerine ben geri dönme düşüncesinden vazgeçerek yoluma devam ettim. <
p
>Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşa katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşulmasını yasakladı. İnsanlar bizimle konuşmaktan kaçındılar veya bize karşı tavırlarını değiştirdiler. Hatta bana göre yer yüzü bile değişti. Sanki burası benim memleketim değildi. Elli gün böyle geçti. İki arkadaşım boyunlarını büktüler; ağlayarak evlerinde oturdular. Ben ise onlardan daha genç ve dayanıklı idim. Dışarı çıkarak cemaatle namaz kılar, çarşılarda dolaşırdım. Fakat kimse benimle konuşmazdı. Namaz bittikten sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yerinde otururken yanına gelir, kendisine selâm verirdim. Kendi kendime “Acaba selâmımı alırken dudaklarını kı
p
ırdattı mı kı
p
ırdatmadı mı” diye sorardım. Sonra ona yakın
bir
yerde namaz kılar ve farkettirmeden kendisine bakardım. Ben namaza dalınca bana doğru döner, kendisine baktığım zaman da yüzünü çeviriverirdi.
p
> <
p
>Müslümanların bana karşı olan sert tutumları uzun süre devam edince, amcamın oğlu ve en çok sevdiğim insan Ebû Katâde’nin bahçesine gidi
p
duvardan içeri atladım ve selâm verdim. Vallâhi selâmımı almadı. Ona:
p
> Ebû Katâde! Allah adına and vererek soruyorum. Benim Allah’ı ve Resûlullah’ı ne kadar sevdiğimi biliyor musun? diye sordum. Hiç ceva
p
vermedi. Ona and vererek
bir
daha sordum. Yine ceva
p
vermedi.
bir
daha yemin verince: Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine gözlerimden yaşlar boşandı. Geri dönü
p
duvardan atladım. <
p
>
bir
gün Medine çarşısında dolaşıyordum. Medine’ye yiyecek satmak üzere gelen Şamlı
bir
çiftçi:
p
> Kâ’b İbni Mâlik’i bana kim gösterir? diye sordu. Halk da beni gösterdi. Adam yanıma gelerek Gassân Meliki’nden getirdiği
bir
mektu
p
verdi. Ben okuma yazma bilirdim. Mektubu açı
p
okudum. Selâmdan sonra şöyle diyordu: Duyduğumuza göre Efendiniz seni üzüyormuş. Allah seni değerinin bilinmediği ve hakkının çiğnendiği
bir
yerde yaşayasın diye yaratmamıştır. Hemen yanımıza gel, sana izzet ikrâm edelim. <
p
>Mektubu okuyunca, bu da
bir
başka belâ, dedim. Hemen onu ateşe atı
p
yaktım.
p
> <
p
>Nihayet elli gün’den kırk’ı geçmiş, fakat vahiy gelmemişti.
bir
gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderdiği
bir
şahıs çıkageldi.
p
> Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana eşinden ayrı oturmanı emrediyor, dedi. Onu boşayacak mıyım, yoksa ne ya
p
acağım? diye sordum. Hayır, ondan ayrı duracak, kendisine yanaşmayacaksın, dedi. Hz.
p
eygamber diğer iki arkadaşıma da aynı emri gönderdi. Bunun üzerine karıma: Allah Teâlâ bu mesele hakkında hüküm verene kadar ailenin yanına git ve onların yanında kal, dedim. <
p
>Hilâl İbni Ümeyye’nin karısı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e giderek:
p
> Yâ Resûlallah! Hilâl İbni Ümeyye çok yaşlı
bir
adamdır. Kendisine bakacak hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet etmemde
bir
sakınca görür müsün? diye sormuş. Hz.
p
eygamber de: Hayır görmem. Ama katiyen sana yaklaşmasın, buyurmuş. Kadın da şöyle demiş: Vallahi onun kımıldayacak hâli yok. Allah’a yemin ederim ki, başına bu işgeleli beri durmadan ağlıyor. <
p
>Kâ`b sözüne şöyle devam etti:
p
> Yakınlarımdan
bir
i bana: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den eşinin sana hizmet etmesi için izin istesen olmaz mı! Baksana Hilâl İbni Ümeyye’ye bakması için karısına izin verdi, dedi. Ben de ona: Hayır, bu konuda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den izin isteyemem. Üstelik ben genç
bir
adamım. İzin istesem bile
p
eygamber aleyhisselâm’ın bana ne diyeceğini bilemem, dedim. <
p
>Bu vaziyette on gün daha durdum. Bizimle konuşulması yasaklandığından bu yana tam elli gün geçmişti. Ellinci gecenin sabahında, evlerimizden
bir
inin damında sabah namazını kıldım. Allah Teâlâ’nın (Kur’ân-ı Kerîm’de bizden) bahsettiği üzere canım iyice sıkılmış, o geniş yeryüzü bana dar gelmiş
bir
vaziyette otururken, Sel Dağı’nın te
p
esindeki
bir
inin var gücüyle:
p
> “Kâ`b İbni Mâlik! Müjde!” diye bağırdığını duydum. Sıkıntılardan kurtulma gününün geldiğini anlayarak hemen secdeye ka
p
andım. <
p
>Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırınca, Allah Teâlâ’nın tövbelerimizi kabul ettiğini ilân etmiş. Bunun üzerine ahâlî bize müjde vermeye koşmuş. İki arkadaşıma da müjdeciler gitmiş. Bunlardan
bir
i bana doğru at koşturmuş. Eslem kabilesinden
bir
diğer müjdeci koşu
p
Sel Dağı’na tırmanmış, onun sesi atlıdan önce bana ulaşmış. Sesini duyduğum müjdeci yanıma geli
p
beni tebrik edince, sırtımdaki elbiseyi de çıkarı
p
müjdesine karşılık ona giydirdim. Vallahi o gün giyecek başka elbisem yoktu. Emanet
bir
elbise bulu
p
hemen giydim.
p
eygamber aleyhisselâm’ı görmek üzere yola koyuldum. Beni gru
p
gru
p
karşılayan sahâbîler tövbemin kabul edilmesi sebebiyle tebrik ediyor ve “Allah Teâlâ’nın seni bağışlaması kutlu olsun” diyorlardı.
p
> <
p
>Nihayet Mescid’e girdim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbın ortasında oturuyordu. Talha İbni Ubeydullah hemen ayağa kalktı, koşarak yanıma geldi, elimi sıktı ve beni tebrik etti. Vallahi muhâcirînden ondan başka kimse ayağa kalkmadı.
p
> <
p
>Râvi der ki, Kâ’b, Talha’nın bu davranışını hiç unutmazdı.
p
> <
p
>Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
p
> <
p
>
p
eygamber aleyhisselâm’a selâm verdiğimde yüzü sevinçten
p
arıldayarak:
p
> “Dünyaya geldiğinden beri yaşadığın bu en hayırlı gün kutlu olsun!”buyurdu. Ben de: Yâ Resûlallah! Bu tebrik senin tarafından mıdır, yoksa Allah tarafındanmı? diye sordum. “Benim tarafımdan değil, Yüce Allah tarafından”, buyurdu. Sevindiği zaman
p
eygamber aleyhisselâm’ın yüzü
p
arıldar, ay
p
arçasına benzerdi. Biz de sevindiğini böyle anlardık. <
p
>Resûl-i Ekrem’in önünde oturduğumda:
p
> Yâ Resûlallah! Tövbemin kabul edilmesine şükran olarak bütün malımı Allah ve Resûlullah uğrunda fakirlere dağıtmak istiyorum, dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Malının
bir
kısmını dağıtmayı
p
elinde tutman senin için daha hayırlı olur” buyurdu. Ben de: Hayber fethinde hisseme düşen malı elimde bırakıyorum, dedikten sonra sözüme şöyle devam ettim. Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ beni doğru söylediğimden dolayı kurtardı. Tövbemin kabul edilmesi sebebiyle, artık yaşadığım sürece sadece doğru söz söyleyeceğim. <
p
>Vallâhi bunu
p
eygamber aleyhisselâm’a söylediğim gündenberi doğru sözlü olmaktan dolayı Allah Teâlâ’nın hiç kimseyi benden daha güzel mükâfatlandırdığını bilmiyorum. Yemin ederim ki,
p
eygamber aleyhisselâm’a o sözleri söylediğim günden bu yana bilerek hiç yalan söylemedim. Kalan ömrümde de Cenâb-ı Hakk’ın beni yalan söylemekten koruyacağını umarım.
p
> <
p
>Kâ’b sözüne devamla şöyle dedi:
p
> <
p
>Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyet-i kerîmeleri indirdi:
p
> <
p
>“Allah (savaşa gitmek istemeyenlere izin vermesi sebebiyle)
p
eygamberini bağışladığı gibi,
bir
kısmının kalbi kaymak üzere iken güçlük zamanında
p
eygamber’e uyan muhâcirlerle ensârın da tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah onlara çok şefkatli,
p
ek merhametlidir.
p
> <
p
>“Hani şu tövbeleri (Allah’ın emri gelene kadar) geri bırakılan üç kişinin de tövbesini kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini iyice sıkıştırmıştı. Nihayet Allah’dan başka sığınılacak kimse olmadığını anlamışlardı. Eski hâllerine dönmeleri için Allah onların tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul edici ve bağışlayıcıdır.
p
> <
p
>“Ey imân edenler! Allah’ın azâbından korkun ve doğrularla beraber olun” [Tevbe sûresi (9), 117-119].
p
> <
p
>Kâ’b şöyle devam etti:
p
> <
p
>Allah’a yemin ederim ki, beni İslâmiyet’le şereflendirdikten sonra Cenâb-ı Hakk’ın bana verdiği en büyük nimet,
p
eygamber aleyhisselâm’ın huzurunda doğruyu söylemek ve yalan söyleyi
p
de helâk olmamaktır. Çünkü Allah Teâlâ şu yalan söyleyenler hakkında vahiy gönderdiği zaman, hiç kimseye söylemediği ağır sözleri söyledi ve şöyle buyurdu:
p
> <
p
>“O savaştan kaçanların yanına döndüğünüz zaman, kendilerini hesaba çekmiyesiniz diye Allah adına yemin ederler. Onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar
p
istirler. Ya
p
tıklarına ceza olmak üzere varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden râzı olasınız diye size yemin de ederler. Siz onlardan râzı olsanız bile Allah fâsıklardan aslâ râzı olmaz” [Tevbe sûresi (9), 95-96].
p
> <
p
>Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
p
> <
p
>Biz üç arkadaşın bağışlanması,
p
eygamber aleyhisselâm’ın yeminlerini kabul edi
p
kendilerinden bîat aldığı ve Cenâb-ı Hak’dan affedilmelerini dilediği kimselerin bağışlanmasından (elli gün) geri kalmıştı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hakkımızda Allah Teâlâ
bir
hüküm verene kadar bize ya
p
acağı muameleyi tehir etmişti. Nihayet Allah Teâlâ -anlatıldığı üzere- hükmünü verdi. Allah Teâlâ’nın “tövbeleri geri kalan üç kişinin...” diye bahsettiği bu geri kalış, bizim savaştan geri kalmamız değildir; bu, Hz.
p
eygamber’e geli
p
yemin ederek mâzeretleri olduğunu söyleyenlerin özürlerini
p
eygamber aleyhisselâm’ın kabul etmesi, bize ya
p
acağı muameleyi ise geriye bırakması olayıdır.
p
> <
p
>Buhârî, Megâzî 79; Müslim, Tevbe 53. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (9)
p
> <
p
>Diğer
bir
rivayet:
p
> <
p
>“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük Gazvesi’ne
p
erşembe günü çıkmıştı. Sefere
p
erşembe günü gitmeyi severdi” şeklindedir. Buhârî, Cihâd 103 Başka
bir
rivayette ise:
p
> <
p
>“Seferden mutlaka gündüzün kuşluk vakti dönerdi. Dönünce de ilk iş olarak Mescid’e uğrar, iki rek’at namaz kılar, sonra orada otururdu” denilmektedir.
p
>
Müslim, Müsâfirîn 74; Ebû Dâvûd, Cihad 166
14477
<
p
>Ebû Abdullah Câ
bir
b. Abdullah el-Ensârî (ra) anlatıyor:
bir
askeri seferde
p
eygamber ile beraberdik. Resûlullah: Medine’de kalan öyle kişiler var ki, gittiğimiz her yerde ve geçtiğimiz her vadide (niyetleri sayesinde) sizinle beraberdiler, onları (orduya katılmaktan) hastalıkları alıkoydu, buyurdu. Başka
bir
rivayet de “Onlar sizinle aynı mükâfatı alırlar.” şeklinde ifade edilmiştir. Buhârî’nin rivayetine göre Enes (ra) şöyle demiştir:
p
eygamber’le Tebük Seferi’nden dönüyorduk;
p
eygamber şöyle buyurdu: Bazı kimseler bizimle gelemedi ve arkamızda Medine’de kaldılar. Geçtiğimiz her boğazda ve vadide onlar (niyetleri sayesinde manen) bizimle beraberdi. Onları, (orduya katılmaktan) mazeretleri alıkoydu.
p
>
M4932, M4933 Müslim, İmâre, 159; B2838, B2839 Buhârî, Cihâd, 35
14478
<
p
>Ebû Yezîd Ma’n (ra) anlatıyor: Babam Yezîd, sadaka olarak dağıtmak için
bir
kaç dinar ayırmış ve onları camide
bir
inin yanına koymuştu. Ben de geli
p
onları aldım ve babamın yanına gittim. Bunun üzerine babam, “Vallahi (ben o
p
araları) sana vermek istememiştim.” dedi. Babamın da bulunduğu
bir
ortamda durumu Resûlullah’a arz ettim. Resûlullah : Yezîd, sen niyetinle seva
p
kazandın; Ma’n, sen de aldığın malı kazandın, buyurdu.
p
>
B1422 Buhârî, Zekât, 15
14479
<
p
>Cennetle müjdelenen on sahâbîden
bir
i olan
Ebû İshâk Sa’d b. Vakkâs (ra) anlatıyor:
Veda Haccı senesinde Resûlullah, ağır hastalığım sebebiyle beni ziyarete
geldi. Ben:
–Yâ Resûlallah, hastalığımın ne kadar ilerlediğini görüyorsun. Ben zengin
bir
iyim ve
bir
kızımdan başka da mirasçım yok. Malımın üçte ikisini sadaka
olarak dağıtayım mı, dedim.
–Hayır, öyle ya
p
ma, buyurdu.
–Yarısını vasiyet edeyim, dedim.
p
eygamber yine:
–Hayır, dedi.
–Yâ Resûlallah, malımın üçte
bir
ini vasiyet edeyim mi, dedim.
–Evet, üçte
bir
i yeterlidir, hatta üçte
bir
i bile çoktur; zira mirasçılarını zengin
olarak bırakman, onları halka el açacak
bir
hâlde fakir bırakmandan daha
hayırlıdır. Allah rızasını gözeterek eşinin ağzına koyduğun lokmaya varıncaya
kadar, onlar için ya
p
tığın her türlü harcamadan dolayı seva
p
kazanırsın,
buyurdu. Bunun üzerine:
–Yâ Resûlallah, ashâb seninle Medine’ye dönerken ben Mekke’de kalacak
mıyım, diye sordum. Resûl-i Ekrem:
–Mekke’de kalmayacaksın, daha yaşayacak ve Allah rızası için iyi şeyler
ya
p
maya muvaffak olacak ve yükseleceksin. Allah’ın seni uzun ömürlü
kılmasını dilerim. (Senin fetihlerinle) Müslümanlar fayda görsün ve inkârcılar
zarara uğrasın. Yâ Rabbi, ashâbımın hicretlerini tamamla ve onları geriye
çevirme. Asıl zavallı olan Sa’d b. Havle’dir, buyurdu.
Mekke’de öldüğü için Resûlullah ona he
p
acırdı.
(
p
>
B1295 Buhârî, Cenâiz, 36; M4209 Müslim, Vasiyye, 5
14237
<
p
>Zirr İbni Hubeyş şöyle dedi;
p
> <
p
>Mestler üzerine nasıl mesh edileceğini sormak üzere Safvân İbni Assâl radıyallahu anh’ın yanına gitmiştim. Bana:
p
> Zirr! Niçin geldin? diye sordu. Ben de: İlim öğrenmek için, deyince şunları söyledi: Melekler, ilim öğrenenlerden hoşlandıkları için onlara kanat gererler. Ben de: Büyük ve küçük abdestten sonra mestler üzerine nasıl mesh edileceğikafamı kurcaladı. Sen de Hz.
p
eygamber’in ashâbından olduğun için, onun bu konuda
bir
şey söylediğini duydun mu diye sormaya geldim, dedim. Safvân: Evet, duydum. Resûl-i Ekrem seferde bulunduğumuz zaman mestleri üçgün üç gece çıkarmamayı, büyük ve küçük abdest bozduktan, uyuduktan sonra bile mestlere meshetmeyi, ancak cünü
p
olunca mestleri çıkarmayı emrederdi, dedi. Onun sevgiye dair
bir
şey söylediğini duydun mu? diye sordum. Evet, duydum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile
bir
sefere çıkmıştık. Biz onun yanındayken
bir
bedevî kaba sesiyle: Muhammed! diye bağırdı. <
p
>Hz.
p
eygamber de onun sesine yakın
bir
sesle:
p
> “Gel bakalım”, dedi. <
p
>Bedevîye dönerek:
p
> Yazıklar olsun sana! Hz.
p
eygamber’in huzurunda bulunuyorsun. Kıs sesini! Yüksek sesle bağırmanı Allah yasakladı, dedim. <
p
>Bedevî:
p
> Vallahi sesimi kısmam, dedi ve Resûl-i Ekrem’e:
bir
ilerini seven, ama onlarla beraber olacak kadar iyiliği bulunmayan kimse hakkında ne dersin? diye sordu. <
p
>Hz.
p
eygamber şöyle buyurdu:
p
> “
bir
kimse, kıyamet gününde, sevdikleriyle beraberdir.” Safvân İbni Assâl sözüne devamla dedi ki: Hz.
p
eygamber bu konuda uzun uzun konuştu. Hatta
bir
ara batı taraflarında bulunan
bir
ka
p
ıdan bahsetti. “Ka
p
ı yaya yürüyüşüyle kırk yıl veya yetmiş yıl (yahut râvinin hatırladığına göre süvari gidişiyle kırk veya yetmiş yıl) genişliğindedir”, buyurdu. <
p
>Şamlı muhaddislerden Süfyân İbni Uyeyne şöyle dedi:
p
> Allah gökleri ve yeri yarattığı gün, bu ka
p
ıyı tövbe için açık olarak yaratmıştır. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar o ka
p
ı ka
p
anmayacaktır.
Tirmizî, Daavât 98. Ayr ca bk. Tirmizî, Tahâret, 71; Nesâî, Tahâret 97, 113;ı İbni Mâce, Fiten 32
14483
<
p
>Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre
Resûlullah şöyle buyurmuştur:
Kişinin (camide) cemaatle kıldığı namaz, evinde veya dükkanında kıldığı
namazdan yirmi küsur kat üstündür. Şayet
bir
kimse güzelce abdest alır,
sırf namaz kılmak maksadıyla camiye gelirse, camiye girinceye kadar attığı
her adımla onun derecesi yükselir ve günahı bağışlanır. Camiye girince de
namaz için oturduğu müddetçe sanki namazdaymış gibi sayılır. Namazı
kıldığı yerde kaldıkça kimseye sıkıntı vermediği ve abdesti bozulmadığı
(yahut günah işlemediği) takdirde, melekler onun için şöyle dua eder:
“Allah’ım, sen bu kişiye rahmet et. Allah’ım, onu bağışla. Allah’ım, onun
tövbesini kabul et.”
p
>
(M1506 Müslim, Mesâcid, 272; B477 Buhârî, Salât, 87)
İlk Sayfa
<
126
127
128
129
130
>
Son Sayfa