Arama Sonuçları al O

Hızlı Erişim Linki: https://www.hadisarabul.com/hadisbul/12726-al-O/4110

NoHadis MetniKaynak
14232

“Herhangi birinizin tövbe etmesinden dOlayı OlOr:green'>allah Teâlâ’nın duyduğu hOşnutluk, ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran, arayıp taramOlOr:green'>aları sOnuç vermeyince deveyi bulma ümidini büsbütün kaybederek bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin geldiğini görerek yularına yapışan ve aşırı derecede sevincinden ne söylediğini bilmeyerek:

- OlOr:green'>allahım! Sen benim kulumsun; ben de senin rabbinim, diyen kimsenin sevincinden çOk daha fazladır.”

Müslim, Tevbe 7. Ayr ca bk.Tirmizî, K yâmet 49, Daavât 99; bni Mâce
14233

Ebû Mûsâ Abdullah İbni Kays el-Eş’arî radıyOlOr:green'>allahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

OlOr:green'>allah Teâlâ gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek için geceleyin elini açar. Geceleyin günah işleyenin tövbesini kabul etmek için de gündüzün elini açar. Güneş battığı yerden dOğuncaya kadar bu böyle devam edip gider.”

Müslim, Tevbe 31
14234

Ebû Hüreyre radıyOlOr:green'>allahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Güneş batıdan dOğmadan önce kim tövbe ederse, OlOr:green'>allah Onun tövbesini kabul eder.”

Müslim, Zikir 43
14235

Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Ömer İbni’l-Hattâb radıyOlOr:green'>allahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kul can çekişmeye başlamadığı sürece, OlOr:green'>allah Teâlâ Onun tövbesini kabul eder.”

Tirmizî, Daavât 98. Ayr ca bk. bni Mâce, Zühd 30
14238

Ebû Saîd Sa`d İbni Mâlik İbni Sinân el-Hudrî radıyOlOr:green'>allahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Vaktiyle dOksan dOkuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Bu zât yeryüzünde en büyük âlimin kim Olduğunu sOruşturdu. Ona bir râhibi gösterdiler.

Bu adam râhibe giderek:

DOksan dOkuz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul Olur mu? diye sOrdu.

Râhip:

Hayır, kabul Olmaz, deyince Onu da öldürdü. Böylece öldürdüğü adamların sayısını yüz’e tamamladı. SOnra yine yeryüzünde en büyük âlimin kim Olduğunu sOruşturdu. Ona bir âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına giderek: Yüz kişiyi öldürdüğünü söyledi; tövbesinin kabul Olup Olmayacağını sOrdu.

Âlim:

Elbette kabul Olur. İnsanla tövbe arasına kim girebilir ki! Sen fOlOr:green'>alan yere git.Orada OlOr:green'>allah Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de Onlarla birlikte OlOr:green'>allah’a ibadet et. Sakın memleketine dönme. Zira Orası fena bir yerdir, dedi.

Adam, denilen yere gitmek üzere yOla çıktı. Yarı yOla varınca eceli yetti.

Rahmet melekleriyle azap melekleri O adamı kimin OlOr:green'>alıp götüreceği kOnusunda tartışmaya başladılar.

Rahmet melekleri:

O adam tövbe ederek ve kOlOr:green'>albiyle OlOr:green'>allah’a yönelerek yOla düştü, dediler.

Azap melekleri ise:

O adam hayatında hiç iyilik yapmadı ki, dediler.

Bu sırada insan kılığına girmiş bir melek çıkageldi. Melekler Onu arOlOr:green'>alarında hakem tayin ettiler.

Hakem Olan melek:

Geldiği yerle gittiği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa, adam O tarafa aittir, dedi.

Melekler iki mesâfeyi de ölçtüler. Gitmek istediği yerin daha yakın Olduğunu gördüler. Bunun üzerine Onu rahmet melekleri OlOr:green'>alıp götürdü. Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48

Sahîh(-i Müslim)deki bir başka rivayete göre:

O kimse iyi insanların yaşadığı köye bir karış daha yakın Olduğundan OrOlOr:green'>alı sayıldı.”

Sahîh(-i Müslim)deki bir diğer rivayete göre:

OlOr:green'>allah Teâlâ öteki köye uzaklaşmasını, beriki köye yaklaşmasını, meleklere de iki mesâfenin arasını ölçmelerini emretti. Adamın beriki köye bir karış daha yakın Olduğu görüldü. Bunun üzerine affedildi.” Bir başka rivayette ise:

“Adam göğsünün üzerinde öteki köye dOğru ilerledi” denilmektedir.

Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48
14482

Ebû Bekre Nufey’ b. Hâris es-Sekafî (ra) anlatıyOr: Peygamber :
–İki Müslüman birbirine kılıç (silah) çekerse, öldüren de ölen de
cehennemdedir, buyurdu. Bunun üzerine ben:
–Yâ ResûlOlOr:green'>allah, öldürenin durumu belli de, ölen niye
cehennemlik OluyOr, dedim. Peygamber :
O da arkadaşını öldürmek istiyOrdu da Ondan, buyurdu.
 

(B6875 Buhârî, Diyât, 2; M7252, M7253 Müslim, Fiten, 14-15)
14239

Kâ’b İbni Mâlik radıyOlOr:green'>allahu anh gözlerini kaybettiği zaman Onu elinden tutup götürme görevini üstlenen Oğlu Abdullah’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem ile birlikte Tebük Gazvesi’ne katılmadığına dair mâcerasını Kâ`b İbni Mâlik radıyOlOr:green'>allahu anh’den şöyle anlatırken duydum:

Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem’in gittiği gazâlardan sadece Tebük Gazvesi’ne katılmamıştım. Gerçi Bedir Gazvesi’nde de bulunamamıştım. Zaten Bedir’e katılmadıkları için hiç kimse azarlanmamıştı. O vakit Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem ile müslümanlar (savaşmak için değil) Kureyş kervanını takib etmek için yOla çıkmışlardı. Nihayet OlOr:green'>allah Teâlâ müslümanlarla düşmanlarını, arOlOr:green'>alarında verilmiş herhangi bir karar Olmadığı hOlOr:green'>alde bir araya getiriverdi. HOlOr:green'>albuki ben Akabe bîatının yapıldığı gece, İslâm’a yardım etmek üzere söz verirken Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem’in yanındaydım. Her ne kadar Bedir Gazvesi hOlOr:green'>alk arasında Akabe gecesinden daha meşhursa da, ben Bedir’de bulunmayı Akabe’de bulunmaktan daha üstün görmem.

Tebük Gazvesi’ne Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem ile birlikte gitmeyişim şöyle Oldu:

Ben katılmadığım bu gazve sırasındaki kadar hiçbir zaman kuvvetli ve zengin Olamamıştım. VOlOr:green'>allahi Tebük Gazvesi’nden önce iki deveyi bir araya getirememiştim. Bu gazvede iki tane binek devesine sahip Olmuştum. Bir de Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem bir gazveye hazırlandığı zaman asıl hedefi söylemez, bir başka yere gittiği sanılırdı. Fakat bu gazve sıcak bir mevsimde uzak bir yere yapılacağı ve kOlOr:green'>alabOlOr:green'>alık bir düşmanla karşı karşıya gelineceği için Resûl-i Ekrem durumu açıkladı. Savaşın özelliğine göre hazırlanabilmeleri için müslümanlara nereye gideceklerini söyledi. Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem ile beraber sefere gidecek müslümanların sayısı çOk fazlaydı. Adlarını bir deftere yazmak mümkün değildi.

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Savaşa gitmemek için gözden kaybOlunduğu takdirde, hakkında bir âyet nâzil Olmadıkça, işin gizli kOlOr:green'>alacağı zannedilebilirdi. Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem bu gazveyi meyvOlOr:green'>aların Olgunlaştığı, gölgelerin arandığı sıcak bir mevsimde yapmıştı. Ben de bunlara pek düşkündüm. Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem ile müslümanlar savaş hazırlığına başladılar. Ben de Onlarla birlikte savaşa hazırlanmak için çıkıyOr, fakat hiçbir şey yapmadan geri dönüyOrdum. Kendi kendime de “Canım, ne zaman Olsa hazırlanırım” diyOrdum. Günler böyle geçti. Herkes işini ciddi tuttu ve bir sabah Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem ile birlikte müslümanlar erkenden yOla çıktılar. Ben ise hâlâ hazırlanmamıştım. Yine sabah evden çıktım, hiçbir şey yapamadan geri döndüm. Hep aynı şekilde davranıyOrdum. Savaş henüz başlamamıştı, ama mücâhidler hayli yOl OlOr:green'>almışlardı. YOla çıkıp Onlara yetişeyim dedim, keşke öyle yapsaymışım; bunu da başaramadım. Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem savaşa gittikten sOnra insanların arasına çıktığımda beni en çOk üzen şey, savaşa gitmeyip geride kOlOr:green'>alanların ya münafık diye bilinenler veya âciz Oldukları için savaşa katılamayan kimseler Olmasıydı.

Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem Tebük’e varıncaya kadar adımı hiç anmamış. Tebük’te ashâbın arasında Otururken:

“Kâ’b İbni Mâlik ne yaptı?” diye sOrmuş. Bunun üzerine Benî Selime’den bir adam: Yâ ResûlOlOr:green'>allah! Elbiselerine ve sağına sOluna bakıp gururlanması Onu Medine’de OlOr:green'>alıkOydu, demiş.

Bunun üzerine Muâz İbni Cebel Ona:

Ne fena kOnuştun! demiş. SOnra da Peygamber OlOr:green'>aleyhisselâm’a dönerek, yâ ResûlOlOr:green'>allah! Biz Onun hakkında hep iyi şeyler biliyOruz, demiş. Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem hiçbir şey söylememiş. O sırada çOk uzaklarda beyazlar giymiş bir adamın gelmekte Olduğunu görmüş: “Bu Ebû Hayseme Olaydı” demiş. Bir de bakmışlar ki, gelen adam Ebû Hayseme el-Ensârî değil mi!

Ebû Hayseme, (bir savaş hazırlığı sırasında) bir ölçek hurma verdiği için münafıklara OlOr:green'>alay kOnusu Olan zâttır.

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem’in Tebük’ten Medine’ye hareket ettiğini öğrendiğim zaman beni bir üzüntü OlOr:green'>aldı. Söyleyeceğim yOlOr:green'>alanı düşünmeye başladım. Kendi kendime “Yarın Onun öfkesinden nasıl kurtulacağım?” dedim. Yakınlarımdan görüşlerine değer verdiğim kimselerden akıl OlOr:green'>almaya başladım. Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem’in gelmek üzere Olduğunu söyledikleri zaman, kafamdaki saçma düşünceler dağılıp gitti. Onun elinden hiçbir şekilde kurtulamayacağımı anladım. Herşeyi dOsdOğru söylemeye karar verdim. Peygamber OlOr:green'>aleyhisselâm sabahleyin Medine’ye geldi. Seferden dönerken önce Mescid-i Nebevî’ye gelerek iki rek’at namaz kılar, sOnra hOlOr:green'>alkın arasına gelip Otururdu. Yine öyle yaptı. Bu sırada savaşa katılmayanlar huzuruna geldiler; neden savaşa gidemediklerini yemin ederek anlatmaya başladılar. Bunlar seksenden fazla kimseydi. Hz. Peygamber Onların ileri sürdüğü mâzeretleri kabul etti; kendilerinden bîat OlOr:green'>aldı; OlOr:green'>allah Teâlâ’dan bağışlanmOlOr:green'>alarını niyâz etti ve iç yüzlerini O’na bıraktı. SOnunda ben geldim. Selâm verdiğim zaman dargın dargın gülümsedi; sOnra:

“Gel!”, dedi. Ben de yürüyerek yanına geldim ve önüne Oturdum. Bana: “Niçin savaşa katılmadın? Binek hayvanı satın OlOr:green'>almamış mıydın?” diye sOrdu. Ben de: Yâ ResûlOlOr:green'>allah! OlOr:green'>allah’a yemin ederim ki, senden başka birinin yanında bulunsaydım, ileri süreceğim mâzeretlerle Onun öfkesinden kurtulabilirdim. Çünkü insanlara fikrimi kabul ettirmeyi iyi beceririm. Fakat yine yemin ederim ki, bugün sana yOlOr:green'>alan söyleyerek gönlünü kazansam bile, yarın Cenâb-ı Hak işin dOğrusunu sana bil direcek ve sen bana güceneceksin. Şayet dOğrusunu söylersem, bana kızacaksın. Ama ben dOğru söyleyerek OlOr:green'>allah’dan hayırlı sOnuç bekliyOrum. VOlOr:green'>allahi savaşa gitmemek için hiçbir özürüm yOktu. Hiçbir zaman da gazâdan geri kOlOr:green'>aldığım sıradaki kadar kuvvetli ve zengin Olamamıştım, dedim.

Kâ’b sözüne devamla dedi ki:

Bunun üzerine Hz. Peygamber:

“İşte bu dOğru söyledi. Haydi kOlOr:green'>alk, senin hakkında OlOr:green'>allah Teâlâ hükümverene kadar bekle!” buyurdu. Ben kOlOr:green'>alkınca Benî Selime’den bazıları yanıma takılarak: VOlOr:green'>allahi senin daha önce bir suç işlediğini bilmiyOruz. Savaşa katılmayanların ileri sürdükleri gibi bir mâzeret söyleyemedin. HOlOr:green'>albuki günahlarının bağışlanması için Peygamber OlOr:green'>aleyhisselâm’ın istiğfâr etmesi yeterdi, dediler.

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Beni O kadar çOk ayıpladılar ki, tekrar Resûlullah’ın yanına dönüp biraz önceki sözlerimin yOlOr:green'>alan Olduğunu söylemeyi bile düşündüm. SOnra Onlara:

Bana verilen cezaya çarptırılan bir başka kimse var mı? diye sOrdum. Evet. Seninle beraber bu cezaya uğrayan iki kişi daha var, dediler. Onlar da senin gibi kOnuştular ve senin OlOr:green'>aldığın cevabı OlOr:green'>aldılar. O iki kişi kim? diye sOrdum. Biri Mürâre İbni Rebî` el-Amrî, diğeri de Hilâl İbni Ümeyye el-Vâkıfî diyerek, herbiri Bedir Gazvesi’ne katılmış Olan iki mükemmel örnek şahsiyetin adını verdiler. Bunun üzerine ben geri dönme düşüncesinden vazgeçerek yOluma devam ettim.

Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem savaşa katılmayanlardan sadece üçümüzle kOnuşulmasını yasakladı. İnsanlar bizimle kOnuşmaktan kaçındılar veya bize karşı tavırlarını değiştirdiler. Hatta bana göre yer yüzü bile değişti. Sanki burası benim memleketim değildi. Elli gün böyle geçti. İki arkadaşım bOyunlarını büktüler; ağlayarak evlerinde Oturdular. Ben ise Onlardan daha genç ve dayanıklı idim. Dışarı çıkarak cemaatle namaz kılar, çarşılarda dOlaşırdım. Fakat kimse benimle kOnuşmazdı. Namaz bittikten sOnra Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem yerinde Otururken yanına gelir, kendisine selâm verirdim. Kendi kendime “Acaba selâmımı OlOr:green'>alırken dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı” diye sOrardım. SOnra Ona yakın bir yerde namaz kılar ve farkettirmeden kendisine bakardım. Ben namaza dOlOr:green'>alınca bana dOğru döner, kendisine baktığım zaman da yüzünü çeviriverirdi.

Müslümanların bana karşı Olan sert tutumları uzun süre devam edince, amcamın Oğlu ve en çOk sevdiğim insan Ebû Katâde’nin bahçesine gidip duvardan içeri atladım ve selâm verdim. VOlOr:green'>allâhi selâmımı OlOr:green'>almadı. Ona:

Ebû Katâde! OlOr:green'>allah adına and vererek sOruyOrum. Benim OlOr:green'>allah’ı ve Resûlullah’ı ne kadar sevdiğimi biliyOr musun? diye sOrdum. Hiç cevap vermedi. Ona and vererek bir daha sOrdum. Yine cevap vermedi. Bir daha yemin verince: OlOr:green'>allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine gözlerimden yaşlar bOşandı. Geri dönüp duvardan atladım.

Birgün Medine çarşısında dOlaşıyOrdum. Medine’ye yiyecek satmak üzere gelen Şamlı bir çiftçi:

Kâ’b İbni Mâlik’i bana kim gösterir? diye sOrdu. HOlOr:green'>alk da beni gösterdi. Adam yanıma gelerek Gassân Meliki’nden getirdiği bir mektup verdi. Ben Okuma yazma bilirdim. Mektubu açıp Okudum. Selâmdan sOnra şöyle diyOrdu: Duyduğumuza göre Efendiniz seni üzüyOrmuş. OlOr:green'>allah seni değerinin bilinmediği ve hakkının çiğnendiği bir yerde yaşayasın diye yaratmamıştır. Hemen yanımıza gel, sana izzet ikrâm edelim.

Mektubu Okuyunca, bu da bir başka belâ, dedim. Hemen Onu ateşe atıp yaktım.

Nihayet elli gün’den kırk’ı geçmiş, fakat vahiy gelmemişti. Birgün Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem’in gönderdiği bir şahıs çıkageldi.

Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem sana eşinden ayrı Oturmanı emrediyOr, dedi. Onu bOşayacak mıyım, yOksa ne yapacağım? diye sOrdum. Hayır, Ondan ayrı duracak, kendisine yanaşmayacaksın, dedi. Hz.Peygamber diğer iki arkadaşıma da aynı emri gönderdi. Bunun üzerine karıma: OlOr:green'>allah Teâlâ bu mesele hakkında hüküm verene kadar ailenin yanına git ve Onların yanında kOlOr:green'>al, dedim.

Hilâl İbni Ümeyye’nin karısı Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem’e giderek:

Yâ ResûlOlOr:green'>allah! Hilâl İbni Ümeyye çOk yaşlı bir adamdır. Kendisine bakacak hizmetçisi de yOktur. Ona hizmet etmemde bir sakınca görür müsün? diye sOrmuş. Hz. Peygamber de: Hayır görmem. Ama katiyen sana yaklaşmasın, buyurmuş. Kadın da şöyle demiş: VOlOr:green'>allahi Onun kımıldayacak hâli yOk. OlOr:green'>allah’a yemin ederim ki, başına bu işgeleli beri durmadan ağlıyOr.

Kâ`b sözüne şöyle devam etti:

Yakınlarımdan biri bana: Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem’den eşinin sana hizmet etmesi için izin istesen Olmaz mı! Baksana Hilâl İbni Ümeyye’ye bakması için karısına izin verdi, dedi. Ben de Ona: Hayır, bu kOnuda Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem’den izin isteyemem. Üstelik ben genç bir adamım. İzin istesem bile Peygamber OlOr:green'>aleyhisselâm’ın bana ne diyeceğini bilemem, dedim.

Bu vaziyette On gün daha durdum. Bizimle kOnuşulması yasaklandığından bu yana tam elli gün geçmişti. Ellinci gecenin sabahında, evlerimizden birinin damında sabah namazını kıldım. OlOr:green'>allah Teâlâ’nın (Kur’ân-ı Kerîm’de bizden) bahsettiği üzere canım iyice sıkılmış, O geniş yeryüzü bana dar gelmiş bir vaziyette Otururken, Sel Dağı’nın tepesindeki birinin var gücüyle:

“Kâ`b İbni Mâlik! Müjde!” diye bağırdığını duydum. Sıkıntılardan kurtulma gününün geldiğini anlayarak hemen secdeye kapandım.

Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırınca, OlOr:green'>allah Teâlâ’nın tövbelerimizi kabul ettiğini ilân etmiş. Bunun üzerine ahâlî bize müjde vermeye kOşmuş. İki arkadaşıma da müjdeciler gitmiş. Bunlardan biri bana dOğru at kOşturmuş. Eslem kabilesinden bir diğer müjdeci kOşup Sel Dağı’na tırmanmış, Onun sesi atlıdan önce bana ulaşmış. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelip beni tebrik edince, sırtımdaki elbiseyi de çıkarıp müjdesine karşılık Ona giydirdim. VOlOr:green'>allahi O gün giyecek başka elbisem yOktu. Emanet bir elbise bulup hemen giydim. Peygamber OlOr:green'>aleyhisselâm’ı görmek üzere yOla kOyuldum. Beni grup grup karşılayan sahâbîler tövbemin kabul edilmesi sebebiyle tebrik ediyOr ve “OlOr:green'>allah Teâlâ’nın seni bağışlaması kutlu Olsun” diyOrlardı.

Nihayet Mescid’e girdim. Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem ashâbın Ortasında OturuyOrdu. TOlOr:green'>alha İbni Ubeydullah hemen ayağa kOlOr:green'>alktı, kOşarak yanıma geldi, elimi sıktı ve beni tebrik etti. VOlOr:green'>allahi muhâcirînden Ondan başka kimse ayağa kOlOr:green'>alkmadı.

Râvi der ki, Kâ’b, TOlOr:green'>alha’nın bu davranışını hiç unutmazdı.

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Peygamber OlOr:green'>aleyhisselâm’a selâm verdiğimde yüzü sevinçten parıldayarak:

“Dünyaya geldiğinden beri yaşadığın bu en hayırlı gün kutlu Olsun!”buyurdu. Ben de: Yâ ResûlOlOr:green'>allah! Bu tebrik senin tarafından mıdır, yOksa OlOr:green'>allah tarafındanmı? diye sOrdum. “Benim tarafımdan değil, Yüce OlOr:green'>allah tarafından”, buyurdu. Sevindiği zaman Peygamber OlOr:green'>aleyhisselâm’ın yüzü parıldar, ay parçasına benzerdi. Biz de sevindiğini böyle anlardık.

Resûl-i Ekrem’in önünde Oturduğumda:

Yâ ResûlOlOr:green'>allah! Tövbemin kabul edilmesine şükran Olarak bütün mOlOr:green'>alımı OlOr:green'>allah ve Resûlullah uğrunda fakirlere dağıtmak istiyOrum, dedim. Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem: “MOlOr:green'>alının bir kısmını dağıtmayıp elinde tutman senin için daha hayırlı Olur” buyurdu. Ben de: Hayber fethinde hisseme düşen mOlOr:green'>alı elimde bırakıyOrum, dedikten sOnra sözüme şöyle devam ettim. Yâ ResûlOlOr:green'>allah! OlOr:green'>allah Teâlâ beni dOğru söylediğimden dOlayı kurtardı. Tövbemin kabul edilmesi sebebiyle, artık yaşadığım sürece sadece dOğru söz söyleyeceğim.

VOlOr:green'>allâhi bunu Peygamber OlOr:green'>aleyhisselâm’a söylediğim gündenberi dOğru sözlü Olmaktan dOlayı OlOr:green'>allah Teâlâ’nın hiç kimseyi benden daha güzel mükâfatlandırdığını bilmiyOrum. Yemin ederim ki, Peygamber OlOr:green'>aleyhisselâm’a O sözleri söylediğim günden bu yana bilerek hiç yOlOr:green'>alan söylemedim. KOlOr:green'>alan ömrümde de Cenâb-ı Hakk’ın beni yOlOr:green'>alan söylemekten kOruyacağını umarım.

Kâ’b sözüne devamla şöyle dedi:

Bunun üzerine OlOr:green'>allah Teâlâ şu âyet-i kerîmeleri indirdi:

OlOr:green'>allah (savaşa gitmek istemeyenlere izin vermesi sebebiyle) Peygamberini bağışladığı gibi, bir kısmının kOlOr:green'>albi kaymak üzere iken güçlük zamanında Peygamber’e uyan muhâcirlerle ensârın da tövbelerini kabul etti. Çünkü OlOr:green'>allah Onlara çOk şefkatli, pek merhametlidir.

“Hani şu tövbeleri (OlOr:green'>allah’ın emri gelene kadar) geri bırakılan üç kişinin de tövbesini kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü Onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini iyice sıkıştırmıştı. Nihayet OlOr:green'>allah’dan başka sığınılacak kimse Olmadığını anlamışlardı. Eski hâllerine dönmeleri için OlOr:green'>allah Onların tövbelerini kabul etti. Çünkü OlOr:green'>allah tövbeleri kabul edici ve bağışlayıcıdır.

“Ey imân edenler! OlOr:green'>allah’ın azâbından kOrkun ve dOğrularla beraber Olun” [Tevbe sûresi (9), 117-119].

Kâ’b şöyle devam etti:

OlOr:green'>allah’a yemin ederim ki, beni İslâmiyet’le şereflendirdikten sOnra Cenâb-ı Hakk’ın bana verdiği en büyük nimet, Peygamber OlOr:green'>aleyhisselâm’ın huzurunda dOğruyu söylemek ve yOlOr:green'>alan söyleyip de helâk Olmamaktır. Çünkü OlOr:green'>allah Teâlâ şu yOlOr:green'>alan söyleyenler hakkında vahiy gönderdiği zaman, hiç kimseye söylemediği ağır sözleri söyledi ve şöyle buyurdu:

O savaştan kaçanların yanına döndüğünüz zaman, kendilerini hesaba çekmiyesiniz diye OlOr:green'>allah adına yemin ederler. Onlardan yüz çevirin. Çünkü Onlar pistirler. Yaptıklarına ceza Olmak üzere varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden râzı Olasınız diye size yemin de ederler. Siz Onlardan râzı Olsanız bile OlOr:green'>allah fâsıklardan aslâ râzı Olmaz” [Tevbe sûresi (9), 95-96].

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Biz üç arkadaşın bağışlanması, Peygamber OlOr:green'>aleyhisselâm’ın yeminlerini kabul edip kendilerinden bîat OlOr:green'>aldığı ve Cenâb-ı Hak’dan affedilmelerini dilediği kimselerin bağışlanmasından (elli gün) geri kOlOr:green'>almıştı. Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem, hakkımızda OlOr:green'>allah Teâlâ bir hüküm verene kadar bize yapacağı muameleyi tehir etmişti. Nihayet OlOr:green'>allah Teâlâ -anlatıldığı üzere- hükmünü verdi. OlOr:green'>allah Teâlâ’nın “tövbeleri geri kOlOr:green'>alan üç kişinin...” diye bahsettiği bu geri kOlOr:green'>alış, bizim savaştan geri kOlOr:green'>almamız değildir; bu, Hz. Peygamber’e gelip yemin ederek mâzeretleri Olduğunu söyleyenlerin özürlerini Peygamber OlOr:green'>aleyhisselâm’ın kabul etmesi, bize yapacağı muameleyi ise geriye bırakması Olayıdır.

Buhârî, Megâzî 79; Müslim, Tevbe 53. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (9)

Diğer bir rivayet:

“Resûlullah sOlOr:green'>allOlOr:green'>allahu OlOr:green'>aleyhi ve sellem Tebük Gazvesi’ne perşembe günü çıkmıştı. Sefere perşembe günü gitmeyi severdi” şeklindedir. Buhârî, Cihâd 103 Başka bir rivayette ise:

“Seferden mutlaka gündüzün kuşluk vakti dönerdi. Dönünce de ilk iş Olarak Mescid’e uğrar, iki rek’at namaz kılar, sOnra Orada Otururdu” denilmektedir.

Müslim, Müsâfirîn 74; Ebû Dâvûd, Cihad 166
14477

Ebû Abdullah Câbir b. Abdullah el-Ensârî (ra) anlatıyOr: Bir askeri seferde Peygamber ile beraberdik. Resûlullah: Medine’de kOlOr:green'>alan öyle kişiler var ki, gittiğimiz her yerde ve geçtiğimiz her vadide (niyetleri sayesinde) sizinle beraberdiler, Onları (Orduya katılmaktan) hastOlOr:green'>alıkları OlOr:green'>alıkOydu, buyurdu. Başka bir rivayet de “Onlar sizinle aynı mükâfatı OlOr:green'>alırlar.” şeklinde ifade edilmiştir. Buhârî’nin rivayetine göre Enes (ra) şöyle demiştir: Peygamber’le Tebük Seferi’nden dönüyOrduk; Peygamber şöyle buyurdu: Bazı kimseler bizimle gelemedi ve arkamızda Medine’de kOlOr:green'>aldılar. Geçtiğimiz her bOğazda ve vadide Onlar (niyetleri sayesinde manen) bizimle beraberdi. Onları, (Orduya katılmaktan) mazeretleri OlOr:green'>alıkOydu.

M4932, M4933 Müslim, İmâre, 159; B2838, B2839 Buhârî, Cihâd, 35
14478

Ebû Yezîd Ma’n (ra) anlatıyOr: Babam Yezîd, sadaka Olarak dağıtmak için birkaç dinar ayırmış ve Onları camide birinin yanına kOymuştu. Ben de gelip Onları OlOr:green'>aldım ve babamın yanına gittim. Bunun üzerine babam, “VOlOr:green'>allahi (ben O parOlOr:green'>aları) sana vermek istememiştim.” dedi. Babamın da bulunduğu bir Ortamda durumu Resûlullah’a arz ettim. Resûlullah : Yezîd, sen niyetinle sevap kazandın; Ma’n, sen de OlOr:green'>aldığın mOlOr:green'>alı kazandın, buyurdu.

B1422 Buhârî, Zekât, 15
14479

Cennetle müjdelenen On sahâbîden biri Olan
Ebû İshâk Sa’d b. Vakkâs (ra) anlatıyOr:
Veda Haccı senesinde Resûlullah, ağır hastOlOr:green'>alığım sebebiyle beni ziyarete
geldi. Ben:
–Yâ ResûlOlOr:green'>allah, hastOlOr:green'>alığımın ne kadar ilerlediğini görüyOrsun. Ben zengin
biriyim ve bir kızımdan başka da mirasçım yOk. MOlOr:green'>alımın üçte ikisini sadaka
Olarak dağıtayım mı, dedim.
–Hayır, öyle yapma, buyurdu.
–Yarısını vasiyet edeyim, dedim. Peygamber yine:
–Hayır, dedi.
–Yâ ResûlOlOr:green'>allah, mOlOr:green'>alımın üçte birini vasiyet edeyim mi, dedim.
–Evet, üçte biri yeterlidir, hatta üçte biri bile çOktur; zira mirasçılarını zengin
Olarak bırakman, Onları hOlOr:green'>alka el açacak bir hâlde fakir bırakmandan daha
hayırlıdır. OlOr:green'>allah rızasını gözeterek eşinin ağzına kOyduğun lOkmaya varıncaya
kadar, Onlar için yaptığın her türlü harcamadan dOlayı sevap kazanırsın,
buyurdu. Bunun üzerine:
–Yâ ResûlOlOr:green'>allah, ashâb seninle Medine’ye dönerken ben Mekke’de kOlOr:green'>alacak
mıyım, diye sOrdum. Resûl-i Ekrem:
–Mekke’de kOlOr:green'>almayacaksın, daha yaşayacak ve OlOr:green'>allah rızası için iyi şeyler
yapmaya muvaffak Olacak ve yükseleceksin. OlOr:green'>allah’ın seni uzun ömürlü
kılmasını dilerim. (Senin fetihlerinle) Müslümanlar fayda görsün ve inkârcılar
zarara uğrasın. Yâ Rabbi, ashâbımın hicretlerini tamamla ve Onları geriye
çevirme. Asıl zavOlOr:green'>allı Olan Sa’d b. Havle’dir, buyurdu.
Mekke’de öldüğü için Resûlullah Ona hep acırdı.
(

B1295 Buhârî, Cenâiz, 36; M4209 Müslim, Vasiyye, 5